Kendime yalan söylediğimden beri kimseye güvenmiyorum.
Futbolcu olacaktı... İnanıyordu ki Maradona yıllar sonra ekran başında futbol severlere, benden bahsederken; 'para verip izleyeceğim tek oyuncu o' diyecekti. Olmadı... Senelerdir, her bulduğu boş kağıda birşeyler karaladı, kimini çok beğendiler, kimini okumadan çöpe attılar,ama o hepsini yazmış bulundu. Ali Kırca'nın yanında Türkiye'yi ağlatan çocukken de, Fatih Terim'in elinden tutup Samiyen'e çıkarken de hep Burak Baş'tı... Hep aşıktı... Olmadı Olamadı... İnşallah 'eczacı' olacak...
4 Eylül 2012 Salı
Bu Sana Sevgilim V.A
Hiçbir şeyi bilmeyen çocuklardık biz. Odalarımızda wireless yoktu, radyasyon yaymıyordu o zaman sevdiğimiz oyuncaklar... Yine de yanardı bazı geceler yüreğimiz. Bir okyanus gibi dalgalanırdı içimizdeki iç deniz.
Bir aralık büyüyüverdik işte, deyimlere taş çıkartırcasına, ne kaş vardı ortada ne de bir göz fakat ortasında oturan, gelecekte hasretten ölecek, kuşak çatışmaları içinde tek kanallı televizyonu hatırlamayan çocuklar vardı...Show TV'nin jeneriği aklımızdan çıkmıyordu...Büyüyorduk.Pazar sabahları annelerimizin yüzüklerini takıyor, asetatlı kalemlerle bıyıklarımızı Barış Manço abimize benzetmeye çalışıyorduk...Zamanla inatlaşıyor, yeşil - siyah çekiyorduk..
Ve her şeye rağmen...
Acılara, hasretlere, özlemlere rağmen her geçen gün büyüyoruz. Belki de bizler artık yavaş yavaş eskiyoruz...
Eskide kaldığımız her gün, her lahza, her dakika...
Bir eskicinin arabasında, mandal karşılığında değiştirilmek üzere yol alıyor...
Geçmişte bıraktığımız herşey birer mandal bu saatten sonra...
Bu saatten sonra sen 'Emel Sayın'sın ben 'Zeki Müren'.
Sen Leyla isen ben Mecnun'um evelallah...
Sen çağırıyorsun ya beni uzak iklimlerden...
Gelmezsem siksinler beni...
Burak Baş
05-09-2012
13 Haziran 2012 Çarşamba
Bir Satırarası Hikayesidir.
Bu bir satırarası hikayesidir.
Bir çiçekle baş etme sanatıdır aşk. Yok
teşbih değil, bildiğimiz çiçek.
Yıllar önce bir film izlemiştim. Geçmiş
zaman, adını arşivlememiş beyin. Filmde ilişkileri kötü giden bir grup insan
terapiye gidiyordu. Terapiyi başarıyla bitirenlerden bir çiçek yetiştirmeleri
isteniyordu. Bir süre çiçeği öldürmemeyi başarırlarsa, bir hayvan bakmaları
gerekiyordu. Hayvan da ölüme direnirse, artık yeni bir ilişkiye
başlayabilirlerdi. Bana fikir gerçekten çok güzel gelmişti. İlgiyi dozunda
vermeyi, kaybedince yıkılmayacağın bir şey üzerinde öğrenmek iyi olabilirdi.
Ama benim hikayem böyle sırayla değil,
eşzamanlı gerçekleşti.
Yalnızlığımın zirvesindeyken bir menekşe
yetiştirmeye başladım. Ama nasıl özenle bakıyorum. Dozunda güneş, dozunda su. O
da şımardı, küçük küçük çiçekler açmaya başladı. İşte tam o sıralar aşık oldum.
Hayallerimdeki adam, hayatıma girdi. Böyle pek bir mutluyuz, pek bir şen
şakrak...
Bir sene boyunca her gün, bir öncekinden
daha güzel geçti. Benim menekşem de cam kenarında, patlattıkça patlattı
tomurcuklarını. Küçücük saksının üstü, mor çiçeklerle doldu. Yapraklarının
hepsi güneş görsün diye çeviriyordum her gün saksıyı, öyle çeşme suyu değil
erikli döküyordum toprağına. Görenler şaşırıyordu çiçeklerinin çokluğuna.
Bir gün sevgili, yurtdışına gitmeye karar
verdi ve toplanıp gitti. Menekşeye bin türlü anlam yükledim ayrılıktan sonra. İyi
bakarsam bu çiçeğe, sevgilime de iyi bakmış olacağım. O geri dönene kadar
ölmezse menekşe, sonsuza kadar mutlu yaşayacağız, gökten elmalar...
Cam kenarında bir süre dertleşe dertleşe
yaşıyoruz menekşeyle. Ben hayaller kurup anlatıyorum, o dinliyor, beni
cesaretlendirmek için bir tomurcuğunu daha açıyor. Uzak diyarlardan gelen haberler kesilmeye
başlayınca, ben de umutlarımı kaybetmeye başlıyorum. Değil çiçeğe bakmak, ara
sıra nefes almayı bile unutuyorum. Sevgili yeni dünyasının heyecanına kapılmış,
zerre ilgi göstermiyor artık. Benden de ilgi görmekten sıkılıyor. Sıkılmasın
diye ondan uzak kalmaya çalışırken, menekşenin de kuruduğunu göremiyorum.
Annem alıyor çiçeği "vah yazık
olmuş" diyip çeşmenin altına sokuyor. işte ondan sonra, o çiçek bir daha
iflah olmuyor. Çok kızıyorum anneme, o kadar su dökülür mü hiç diye. Üzüyorum
kadını.
Öbür yandan sevgilinin tüm güzel sözleri,
hiç var olmamış gibi yok oluyor. Ne bir ses, ne de haber geliyor. dünyanın
bütün renkleri çekiliyor. Öyle bir güven duyuyorum ki ona, bu hale geldiyse ben
getirmişimdir diye vuruyorum kafamı duvarlara.
Bir hafta hiç su dökmüyorum çiçeğe,
temizliyorum yapraklarını, pencerenin dışına koyuyorum, içeri alıyorum... Olmuyor,
her gün biraz daha soluyor.
Sabır büyük erdem diye, bir süre daha
avutuyorum kendimi ama sonunda isyan ediyorum. Kendini benden tamamen
uzaklaştırmış ama inatla "bitti" demeyen sevgilinin ne işler
karıştırdığını biraz üçkağıtçılıkla öğreniyorum. Sakladıklarını, çevirdiği
oyunları... Kendimi suçladığım ve düzeltmeye çalıştığım her şeyin altında onun
basit oyunları olduğunu fark ediyorum. Aslında bütün hataları onun yaptığını,
affetmeye de imkan olmadığını görüyorum.
Menekşeye ne yapacağımı bilmiyorum. Bir
gün elime alıyorum saksıyı, gidiyorum anneme, "düzelmiyor bu, odamda
istemiyorum" diyorum. O sırada bir şey kıpırdıyor saksının içinde. çığlık
ata ata bırakıyorum saksıyı elimden.
"Boşalttım saksıyı, kocaman bir
solucan çıktı içinden. Gördün mü benim yüzümden değilmiş, solucan öldürmüş
çiçeğini" diyor. Toprağı temizleyip yeni bir menekşe ekiyor saksıya.
Daha cesaret edemedim, yeni çiçeği odama
almaya.
Aşık olmak bir geçmişe sahip olmakla
ilgilidir.
Bir başka deyişle biriktirmek demektir.
Sen bunu anlayamazsan, sana sunulan
herşeyi hızla, umursamadan, sıradan birşeymiş gibi harcarsan, geriye dönüp
baktığında aslında hiç aşık olmadığını görürsün. Ne fena. Evet belki herşeyi
yapmış, herşeyi denemiş biri olabilirsin ama hiç aşık olmamış olursun.
26 Ocak 2012 Perşembe
Aşk..!
Bahçelerde çocuklar, bir tekerleme var. Uzak, duyamadığım, dudaklarında sonbahar. Sallanıyor salı. Dişlerim sızlıyor. Sızıları söylemekten, dilim keman teli... Minarelerde ezan, minarelerde salâ... Her vuruş karınca sürüleri tenimde, sarhoşluğun en başka halini yaşıyorum. İki hal arasında kainat, bir çift kanat, belagat, feragat... Anlamını bilmediğim sözcükler. Uzak geliyor sözcükler ve sözcükler, hep sözcükler. Sözcüklerin mahkumiyetinde yaşıyorum, konuşamıyorum kendi lisanımı bile...
Sessizlik... Kaynayan içimin gürültüsüne inat, devasa makinalara inat işleyen, süren sessiz kıraat. 'Terennüm edin isimlerimi' duyuyorum, bir nida. Kaybolmuşluğun kapılarından ünlüyor. İçimde kapılar, menteşeler gıcırdıyor. İçerisinde, bir ben bulunan, bir yalan sessizlik. Sessizlik yalan...
Nükleer güller açsa kalbimde, vahşi ormanlar, zehirli mantarlar... Nasıl istikbal-i kıble? Kâbe ne yana baksam...
Kırlangıçlar susmuş, kırlangıçlar yaralı. Bir tüydüm gökyüzünden süzülen. Ne çok rüzgar vardı inene kadar aşağıya... Everest zirveler yapay, dipsiz bir kuyu var göğsümde. Aşk bir salâ mı? Minarede ölüm. 'Merhaba, morgta doğdum ben.'
Bir atlar şahlanır sanırdım. Şahlan beynimde atlı karınca.
Bir karınca yuvasına taşıyor şimdi, beni bir karınca yuvasına. Uzar cümle, cümlesi uzar acının. Cümlemize mutluluk uzak, bir gündöndü kabuğuyum, kendime ağır, hafif rüzgara. Bilemedim ağır mıydı rüzgar kendine?
Sırtüstü sürünen bir yılan göreniniz oldu mu hiç? Hayret. Ne güzel şey 'hayret'. Hayret ediyorum geçen her görüntüye, her kare hayret. hayret çok kere.
Aşk doğum, aşk ölüm, aşk sırat, aşk kıraat, aşk susuş, aşk mızrap, aşk mızrak, evrende yitmek aşk, aşk kaybolmak ve evrenin bütünlüğüne geçmek.
Titreşiyor hafıza. Kâlu beladan gelen hatıralar...
Sahi neydi aşk?
Sessizlik... Kaynayan içimin gürültüsüne inat, devasa makinalara inat işleyen, süren sessiz kıraat. 'Terennüm edin isimlerimi' duyuyorum, bir nida. Kaybolmuşluğun kapılarından ünlüyor. İçimde kapılar, menteşeler gıcırdıyor. İçerisinde, bir ben bulunan, bir yalan sessizlik. Sessizlik yalan...
Nükleer güller açsa kalbimde, vahşi ormanlar, zehirli mantarlar... Nasıl istikbal-i kıble? Kâbe ne yana baksam...
Kırlangıçlar susmuş, kırlangıçlar yaralı. Bir tüydüm gökyüzünden süzülen. Ne çok rüzgar vardı inene kadar aşağıya... Everest zirveler yapay, dipsiz bir kuyu var göğsümde. Aşk bir salâ mı? Minarede ölüm. 'Merhaba, morgta doğdum ben.'
Bir atlar şahlanır sanırdım. Şahlan beynimde atlı karınca.
Bir karınca yuvasına taşıyor şimdi, beni bir karınca yuvasına. Uzar cümle, cümlesi uzar acının. Cümlemize mutluluk uzak, bir gündöndü kabuğuyum, kendime ağır, hafif rüzgara. Bilemedim ağır mıydı rüzgar kendine?
Sırtüstü sürünen bir yılan göreniniz oldu mu hiç? Hayret. Ne güzel şey 'hayret'. Hayret ediyorum geçen her görüntüye, her kare hayret. hayret çok kere.
Aşk doğum, aşk ölüm, aşk sırat, aşk kıraat, aşk susuş, aşk mızrap, aşk mızrak, evrende yitmek aşk, aşk kaybolmak ve evrenin bütünlüğüne geçmek.
Titreşiyor hafıza. Kâlu beladan gelen hatıralar...
Sahi neydi aşk?
Beklemek
Beklemek dünyanın en zor işi ama yılmıyorum. Hergün artan bir umutla seni bekliyorum.
Sevgilim;
Bugün bekar odamın duvarında hayalini gördum. Beni çocukluğuma götürecek bir gülümseme takınmıştı gözlerin, sıcacık. Ellerinde kan kırmızı eldivenler gördüm nedenine ilk önce anlam veremedim. Sonra, sanki gönül bahçemde açan çiçekler vardı önlüğünde, hafif ıslanmıştı düşlerim gibi. Düşledim seni ve geleceği. Eldiven ve önluk öyle yakışmıştı ki sana... Duramadım evde, duramazdım!
ve sevgilim, hemen pazara çıktım biliyor musun? Sana önlük ve eldiven aldım seyyar saticidan. "Kardeş senin için mi olacak?" diye sordu satıcı. "Bunlar sevgilim'e" dedim. Gözgöze gelip gülüştük satıcıyla. Öyle sıcakti ki burda anlatamadım.
Sevgilim, şimdi eve geldim, akşam yemeğini hayalinle başbaşa yedim. Masamızı topladım, bulaşık için kettle'a su koydum. Isınmasını bekliyorum! Geleceksen gel artık. Bulaşık yıkamaktan nefret ediyorum!!
Sevgilim;
Bugün bekar odamın duvarında hayalini gördum. Beni çocukluğuma götürecek bir gülümseme takınmıştı gözlerin, sıcacık. Ellerinde kan kırmızı eldivenler gördüm nedenine ilk önce anlam veremedim. Sonra, sanki gönül bahçemde açan çiçekler vardı önlüğünde, hafif ıslanmıştı düşlerim gibi. Düşledim seni ve geleceği. Eldiven ve önluk öyle yakışmıştı ki sana... Duramadım evde, duramazdım!
ve sevgilim, hemen pazara çıktım biliyor musun? Sana önlük ve eldiven aldım seyyar saticidan. "Kardeş senin için mi olacak?" diye sordu satıcı. "Bunlar sevgilim'e" dedim. Gözgöze gelip gülüştük satıcıyla. Öyle sıcakti ki burda anlatamadım.
Sevgilim, şimdi eve geldim, akşam yemeğini hayalinle başbaşa yedim. Masamızı topladım, bulaşık için kettle'a su koydum. Isınmasını bekliyorum! Geleceksen gel artık. Bulaşık yıkamaktan nefret ediyorum!!
En Tepesi İsimsiz Hikayeler Serisi '10'
Ağlar mı ağabey yazdığım her cümle...
Hep mi hüzün saklı...
Mutluyken bile ağlar mı şairler satırlarında...
Yok mu ulan 'çok aşığım, sevgilimde beni çok seviyor, artık yazmıyorum' diyen şair...
Yazamaz mı iki satır adam aşıkken...
Yazamıyor.
'Bir gün öleceğiz' kadar gerçek, mutluysan kardeşim kalemin götünün içine kaçar ve bu yüzden yine hiçbir kadın sevgilisinin romantik yüzünü bu dönemde göremez..
Bende istiyorum bak sevgilim bugün günlerden pazar, Sofya yine bulutlu, seni özledim demeyi, abuk subuk benzetmeler yapıp kalbini fethetmeyi falan ama olmuyor... Alıyorsun kalemi eline bakıyorsun satırlara, karalıyorsun üç beş satır, diyorsun ki -lan biz ayrı mıyız? Yine geçtin sol şeride verip veriştiriyorsun dünyalar tatlısı sevgiline... Hop diyor duruyorsun, kahve falan da derdine derman olmuyor...
Sonra bir daha karar veriyorsın yazmaya...
Bir daha.
ve sonra bir kere daha...
Güzelliğine bir benzetme bulamıyorsun, 'gül' diyorsun soluyor, 'hayat' diyorsun bitiyor... Seni yazacaksam eğer satırlarıma ne solan ne de ölen birşey olmalı...
Yok yani güzelim, sana yakıştırabildiğim birşey, bende yok...
Satırlara sığmayacak kadar büyük seviyorum seni...
Seni yazmamak için,
Seni terkedemeyecek kadar çok...
Burak Baş
19.09.2011
03.16
En Tepesi İsimsiz Hikayeler Serisi '9'
Nargilenin dumanında, çayın son yudumunda ve camların buğusunun üzerine adını yazdım. Yazmak 'bilet'ini kesmektir hüzünlerin, veda etmektir acılara..
İki kişilik biletler aldım, trenlerin son seferlerine... Beraber şarkılar söyledik uzun sessiz gecelerde, beraber inandık, sevginin bütün mesafeleri yendiğine...
ve yine beraber uyandık yalnız sabahlara...
Son tren seferine geç kaldığında ve dindiğinde son yağmur...
Terkettiğinde sevdiğini maşuk...
ve kuruduğunda balıklar...
Irmaklar da ölür mü?
Burak Baş
10.09.2011
En Tepesi İsimsiz Hikayeler Serisi '8'
Bataryası hiç bitmeyen bir mutluluk masalı bu, dünyanın en hızlı ağ bağlantısı gönlümden gönlüme çekili,seslerin en güzeli… Henüz yazamadığım en güzel satırlarım, doğmamış bir çocuğun anne rahmindeki ilk gülümsemesi ve karların içerisindeki ‘kardelen’i bile kendinden utandıran güzellikteki sen.
Bir kelebeğin ömrü boyunca çırptığı kanat sayısı kadar anmak adını bir günde, televizyonlarda seni seyretmek gün boyu…
Sahip olduğumu zannettiğim onca güzellik, sensiz hep eksikmiş hayatımda… Sanaymış bütün şiirlerim, özlemini çektiğim aşk, her satırda anlattığım sevgi, sanaymış… Sana bir adım daha yaklaşmak için ağlamışım sessiz gecelerde…
Ve senmişsin, içimden geçen tramway…
Seçtiğim şarkılar, beğendiğim filmler, o ben olsaydım dediğim ölümsüz kahramanlar…
Azıcık uzaktayız ya birbirimizden, frekanslarımız aynı ajansı geçmese de gün boyu, ben seni her an yaşıyorum…
Sarılıp uyumayı geçtim, adının harflerinin geçtiği her cümle, yüzümde binlerce çiçek açtırıyor…
Hele uyumadan önce beni arayıp
‘İyi geceler’ diyorsun ya
İşte o beni bitiriyor…
Burak Baş
03:58
20.08.2011
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)