Bu bir satırarası hikayesidir.
Bir çiçekle baş etme sanatıdır aşk. Yok
teşbih değil, bildiğimiz çiçek.
Yıllar önce bir film izlemiştim. Geçmiş
zaman, adını arşivlememiş beyin. Filmde ilişkileri kötü giden bir grup insan
terapiye gidiyordu. Terapiyi başarıyla bitirenlerden bir çiçek yetiştirmeleri
isteniyordu. Bir süre çiçeği öldürmemeyi başarırlarsa, bir hayvan bakmaları
gerekiyordu. Hayvan da ölüme direnirse, artık yeni bir ilişkiye
başlayabilirlerdi. Bana fikir gerçekten çok güzel gelmişti. İlgiyi dozunda
vermeyi, kaybedince yıkılmayacağın bir şey üzerinde öğrenmek iyi olabilirdi.
Ama benim hikayem böyle sırayla değil,
eşzamanlı gerçekleşti.
Yalnızlığımın zirvesindeyken bir menekşe
yetiştirmeye başladım. Ama nasıl özenle bakıyorum. Dozunda güneş, dozunda su. O
da şımardı, küçük küçük çiçekler açmaya başladı. İşte tam o sıralar aşık oldum.
Hayallerimdeki adam, hayatıma girdi. Böyle pek bir mutluyuz, pek bir şen
şakrak...
Bir sene boyunca her gün, bir öncekinden
daha güzel geçti. Benim menekşem de cam kenarında, patlattıkça patlattı
tomurcuklarını. Küçücük saksının üstü, mor çiçeklerle doldu. Yapraklarının
hepsi güneş görsün diye çeviriyordum her gün saksıyı, öyle çeşme suyu değil
erikli döküyordum toprağına. Görenler şaşırıyordu çiçeklerinin çokluğuna.
Bir gün sevgili, yurtdışına gitmeye karar
verdi ve toplanıp gitti. Menekşeye bin türlü anlam yükledim ayrılıktan sonra. İyi
bakarsam bu çiçeğe, sevgilime de iyi bakmış olacağım. O geri dönene kadar
ölmezse menekşe, sonsuza kadar mutlu yaşayacağız, gökten elmalar...
Cam kenarında bir süre dertleşe dertleşe
yaşıyoruz menekşeyle. Ben hayaller kurup anlatıyorum, o dinliyor, beni
cesaretlendirmek için bir tomurcuğunu daha açıyor. Uzak diyarlardan gelen haberler kesilmeye
başlayınca, ben de umutlarımı kaybetmeye başlıyorum. Değil çiçeğe bakmak, ara
sıra nefes almayı bile unutuyorum. Sevgili yeni dünyasının heyecanına kapılmış,
zerre ilgi göstermiyor artık. Benden de ilgi görmekten sıkılıyor. Sıkılmasın
diye ondan uzak kalmaya çalışırken, menekşenin de kuruduğunu göremiyorum.
Annem alıyor çiçeği "vah yazık
olmuş" diyip çeşmenin altına sokuyor. işte ondan sonra, o çiçek bir daha
iflah olmuyor. Çok kızıyorum anneme, o kadar su dökülür mü hiç diye. Üzüyorum
kadını.
Öbür yandan sevgilinin tüm güzel sözleri,
hiç var olmamış gibi yok oluyor. Ne bir ses, ne de haber geliyor. dünyanın
bütün renkleri çekiliyor. Öyle bir güven duyuyorum ki ona, bu hale geldiyse ben
getirmişimdir diye vuruyorum kafamı duvarlara.
Bir hafta hiç su dökmüyorum çiçeğe,
temizliyorum yapraklarını, pencerenin dışına koyuyorum, içeri alıyorum... Olmuyor,
her gün biraz daha soluyor.
Sabır büyük erdem diye, bir süre daha
avutuyorum kendimi ama sonunda isyan ediyorum. Kendini benden tamamen
uzaklaştırmış ama inatla "bitti" demeyen sevgilinin ne işler
karıştırdığını biraz üçkağıtçılıkla öğreniyorum. Sakladıklarını, çevirdiği
oyunları... Kendimi suçladığım ve düzeltmeye çalıştığım her şeyin altında onun
basit oyunları olduğunu fark ediyorum. Aslında bütün hataları onun yaptığını,
affetmeye de imkan olmadığını görüyorum.
Menekşeye ne yapacağımı bilmiyorum. Bir
gün elime alıyorum saksıyı, gidiyorum anneme, "düzelmiyor bu, odamda
istemiyorum" diyorum. O sırada bir şey kıpırdıyor saksının içinde. çığlık
ata ata bırakıyorum saksıyı elimden.
"Boşalttım saksıyı, kocaman bir
solucan çıktı içinden. Gördün mü benim yüzümden değilmiş, solucan öldürmüş
çiçeğini" diyor. Toprağı temizleyip yeni bir menekşe ekiyor saksıya.
Daha cesaret edemedim, yeni çiçeği odama
almaya.
Aşık olmak bir geçmişe sahip olmakla
ilgilidir.
Bir başka deyişle biriktirmek demektir.
Sen bunu anlayamazsan, sana sunulan
herşeyi hızla, umursamadan, sıradan birşeymiş gibi harcarsan, geriye dönüp
baktığında aslında hiç aşık olmadığını görürsün. Ne fena. Evet belki herşeyi
yapmış, herşeyi denemiş biri olabilirsin ama hiç aşık olmamış olursun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder