13 Haziran 2012 Çarşamba

Bir Satırarası Hikayesidir.




Bu bir satırarası hikayesidir.

Bir çiçekle baş etme sanatıdır aşk. Yok teşbih değil, bildiğimiz çiçek.

Yıllar önce bir film izlemiştim. Geçmiş zaman, adını arşivlememiş beyin. Filmde ilişkileri kötü giden bir grup insan terapiye gidiyordu. Terapiyi başarıyla bitirenlerden bir çiçek yetiştirmeleri isteniyordu. Bir süre çiçeği öldürmemeyi başarırlarsa, bir hayvan bakmaları gerekiyordu. Hayvan da ölüme direnirse, artık yeni bir ilişkiye başlayabilirlerdi. Bana fikir gerçekten çok güzel gelmişti. İlgiyi dozunda vermeyi, kaybedince yıkılmayacağın bir şey üzerinde öğrenmek iyi olabilirdi.

Ama benim hikayem böyle sırayla değil, eşzamanlı gerçekleşti.

Yalnızlığımın zirvesindeyken bir menekşe yetiştirmeye başladım. Ama nasıl özenle bakıyorum. Dozunda güneş, dozunda su. O da şımardı, küçük küçük çiçekler açmaya başladı. İşte tam o sıralar aşık oldum. Hayallerimdeki adam, hayatıma girdi. Böyle pek bir mutluyuz, pek bir şen şakrak...
Bir sene boyunca her gün, bir öncekinden daha güzel geçti. Benim menekşem de cam kenarında, patlattıkça patlattı tomurcuklarını. Küçücük saksının üstü, mor çiçeklerle doldu. Yapraklarının hepsi güneş görsün diye çeviriyordum her gün saksıyı, öyle çeşme suyu değil erikli döküyordum toprağına. Görenler şaşırıyordu çiçeklerinin çokluğuna.

Bir gün sevgili, yurtdışına gitmeye karar verdi ve toplanıp gitti. Menekşeye bin türlü anlam yükledim ayrılıktan sonra. İyi bakarsam bu çiçeğe, sevgilime de iyi bakmış olacağım. O geri dönene kadar ölmezse menekşe, sonsuza kadar mutlu yaşayacağız, gökten elmalar...

Cam kenarında bir süre dertleşe dertleşe yaşıyoruz menekşeyle. Ben hayaller kurup anlatıyorum, o dinliyor, beni cesaretlendirmek için bir tomurcuğunu daha açıyor. Uzak diyarlardan gelen haberler kesilmeye başlayınca, ben de umutlarımı kaybetmeye başlıyorum. Değil çiçeğe bakmak, ara sıra nefes almayı bile unutuyorum. Sevgili yeni dünyasının heyecanına kapılmış, zerre ilgi göstermiyor artık. Benden de ilgi görmekten sıkılıyor. Sıkılmasın diye ondan uzak kalmaya çalışırken, menekşenin de kuruduğunu göremiyorum.

Annem alıyor çiçeği "vah yazık olmuş" diyip çeşmenin altına sokuyor. işte ondan sonra, o çiçek bir daha iflah olmuyor. Çok kızıyorum anneme, o kadar su dökülür mü hiç diye. Üzüyorum kadını.
Öbür yandan sevgilinin tüm güzel sözleri, hiç var olmamış gibi yok oluyor. Ne bir ses, ne de haber geliyor. dünyanın bütün renkleri çekiliyor. Öyle bir güven duyuyorum ki ona, bu hale geldiyse ben getirmişimdir diye vuruyorum kafamı duvarlara.

Bir hafta hiç su dökmüyorum çiçeğe, temizliyorum yapraklarını, pencerenin dışına koyuyorum, içeri alıyorum... Olmuyor, her gün biraz daha soluyor.

Sabır büyük erdem diye, bir süre daha avutuyorum kendimi ama sonunda isyan ediyorum. Kendini benden tamamen uzaklaştırmış ama inatla "bitti" demeyen sevgilinin ne işler karıştırdığını biraz üçkağıtçılıkla öğreniyorum. Sakladıklarını, çevirdiği oyunları... Kendimi suçladığım ve düzeltmeye çalıştığım her şeyin altında onun basit oyunları olduğunu fark ediyorum. Aslında bütün hataları onun yaptığını, affetmeye de imkan olmadığını görüyorum.

Menekşeye ne yapacağımı bilmiyorum. Bir gün elime alıyorum saksıyı, gidiyorum anneme, "düzelmiyor bu, odamda istemiyorum" diyorum. O sırada bir şey kıpırdıyor saksının içinde. çığlık ata ata bırakıyorum saksıyı elimden.

"Boşalttım saksıyı, kocaman bir solucan çıktı içinden. Gördün mü benim yüzümden değilmiş, solucan öldürmüş çiçeğini" diyor. Toprağı temizleyip yeni bir menekşe ekiyor saksıya.
Daha cesaret edemedim, yeni çiçeği odama almaya.

Aşık olmak bir geçmişe sahip olmakla ilgilidir.
Bir başka deyişle biriktirmek demektir.

Sen bunu anlayamazsan, sana sunulan herşeyi hızla, umursamadan, sıradan birşeymiş gibi harcarsan, geriye dönüp baktığında aslında hiç aşık olmadığını görürsün. Ne fena. Evet belki herşeyi yapmış, herşeyi denemiş biri olabilirsin ama hiç aşık olmamış olursun.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder