Yazmam neyi değiştirecek ki...
Sen görürsen, sözcüklerin arkasına saklıyorsun kirli yüzünü diyeceksin, bir iki dost; hep yaz çocuk diyecek, hatta birçoğunun haberi bile olmayacak yazdığımdan...
Ama yine de yazıyorum işte.
Avucumun içine sığdırabildiğim kadar sığdırdım bütün harfleri.
Yere tükürdüğümde çıkan köpürcüklere, duman arabasının nasıl öyle duman çıkardığına, annemin bütün bulmacayı nasıl eksiksiz çözdüğüne anlam veremedim hep... Bir de seni neden sevdiğime... Kimdin ki sen, hep eksiltiyordun beni kendimden, hep yeniyordun bütün oyunlarda, senin 'pul'ların, 'zar'ların hepsi hileli, tıpkı gözlerinden akan yaşlar gibi...
Hep zararına sevdim ben seni, hep heybemden verdim, hiç almadan... Saraylar, köşkler, hanlar hamamlardan ziyade, elle tutulmayan, gözle sadece bakmasını bilenlerin görebileceği birçok nazenin duyguyu bıraktım, kalbinin en orta yerinde azınlık duygularımın kurduğu kendi kendini yönetebilen küçük halkıma... Senin içinde bir 'ben', benim içimde binlerce 'sen'.
Şimdi heybemin içinde nasırlı bir el ve kocaman bir dağ kaldı, şehrin hayallere çarpmadan geçen lambalarına boş gözlerle bakıp, kahvemden bir yudum aldım... İki manasız, birbiriyle uzaktan yakından alakası olmayan nesnelerle ne yapabilirim ki. Hiçbir melek yardımıma da koşmadı...
Yapacak hiçbirşey yok.
Sadece 'el ve dağ'...
Burak Baş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder